14 Ekim 2015 Çarşamba

OCTOBERFEST - NURNBERG - MÜNİH GEZİ NOTLARI

Merhabalar,

   Bu sefer her zamankinden heyecanlı bir şekilde başladı seyahatimiz. Bu sefer daha değişik bir aktivite için gidiyoruz. Daimi bir şekilde bira içebilmek için :)).
   Açıkçası biz alkol almaktan çok çekinen bir aile değiliz. Ama illa da gördüğümüz her yerde içeceğiz diye de bir kaide yok. Biraz da oradaki havayı ve festivalin içini merak ettiğimiz için gidiyoruz.
   Çok keyifli bir THY uçuşu ile başladık. Yalnız kurban bayramına denk geldiği için Atatürk Hava Limanı'nın otoparkında neredeyse yer bulamıyorduk. Neyse ki çatı katında bir yerlere denk gelebildik.
   Uçuşumuzun arkasından bağlı olduğumuz tur bizleri karşıladı. Biletimizi önceden aldığımız için Nürnberg'e gidiş - dönüş iki kişi 1600 TL para ödedik. Gitmek isterseniz her zamanki gibi biletleri önceden almakta fayda var. Biz bu sefer eşimin şirketinin düzenlediği bir turla gittiğimiz için sizinle bir tur şirketi bilgisi paylaşamayacağım.


 Octoberfest Münih'te düzenlenen bir festival, fakat biz Nürnberg'te kaldık. Çünkü Nürnberg'de gerçekleşen Aldstadtfest daha şehir içinde bir festival ve gezilebilecek te oldukça fazla mekan bulunuyor. Münih'e ise 45 dakika civarındaki bir hızlı tren seyahati ile gidebiliyorsunuz. Bu trenin bilet fiyatları ise aldığınız güne göre değişiyor. Bir ay öncesinden alırsanız 20 € gibi bir fiyata geliyor, Ama son günlere bırakırsanız fiyat iki katına çıkabiliyormuş. Tur ile gittiğimiz için bizlerin biletleri daha önceden alınmıştı. Bu sebeple sizlerle tam bile fiyatı paylaşamıyorum. Ama gittiğiniz zaman her yere tren veya metro veya hızlı tren ile ulaşım sağlayabilirsiniz. Sadece yanınızda bir Uban haritası olması yeterli.
   Şimdiiiiii gelelim gezimizin ilk gününe. Uçağımız sabah saat 08:40'ta Atatürk Hava Limanından kalktı ve Almanya saati ile saat 10:30 gibi oradaydık. Otelimiz şehir merkezinde bulunan ve Şubat ayında açılmış olan Novotel idi. Otel gerçekten çok iyiydi. Odalar ferah, geniş ve her gün temizleniyor. Bütün gezimiz boyunca bu otelde kaldık ve gerçekten çok memnun ayrıldık. Biz beşinci kattaki odalarda kaldık ve dışarıdan baktığımız zaman sadece bu odalarda balkon olduğunu gördük. Bu da ufak bir bilgi olsun sizlere. Balkon dediysem de Fransız balkon tarzı yani sadece çıkıp, ayakta bir hava alabilirsiniz. Otelin odalarını da sizinle paylaşmak isterim.





   Otelimize bavullarımızı bıraktıktan sonra günü kaybetmemek adına hemen kendimizi yollara vurduk. Çok tatlı olan ve Nürnberg'te yaşayan tur rehberimiz Dilek hanım 'da bize katıldı bu turumuzda. Öncelikle küçük bir şehir tutu yaptık.
   Nürnberg küçük bir Bavyera Eyaleti. Şehir beş adet kule ve surlarla çevrili. Aslında surlar hendek şeklinde yapılmış, ama bu hendeklerin içi hiç bir zaman su ile doldurulmamış. Bu şekilde yapılmasının amacı şehri düşmanlardan koruyabilmek amacıyla düz ve yüksek duvarlarla çevrili olmasını sağlamak.




   Şehrin kurulduğu ilk zamanlarda bataklık olan yer daha sonrasında bir ıslah çalışmasıyla birlikte düzeltilmiş ve şehir merkezi halini almış, Şimdilerde burada sürekli olarak kurulan pazarları var. Pazarları tabi ki bizim Türk pazarları gibi düşünmeyin. İçerisinde sebze, meyve satan da var, çanta, hediyelik eşya satan da. Aynı zamanda yiyecek standları da mevcut. Yiyeceklerin çoğu fast food standartlarında ve tabii ki tahmin edebileceğiniz gibi çoğu domuz eti. İçerisinde sosis olarak satılan da var, farklı tatlarda olanları da. Bizi çok rahatsız etmese de bazı bölgelerde koku oldukça yoğunlaşabiliyor. Aynı zamanda tatlı standlarında kullandıkları ağır tarçınlı kokularda burnunuzu es geçmiyor. Yine de bunların dışında olan "helal et", suşi, ekmek çeşitleri standaları da yok değil. Sonuçta burası Almanya. Her yerde "helal et" olmak durumunda :).
   Bu Bavyera şehrinin ortasından bir de kanal geçiyor. Eskiden mezbaha olarak kullanılan bölgede şimdilerde cafeler, güzel restoranlar ve çeşitleri mağazalar var. Berlin'de olan rahatlık (rahatlık derken insan rahatlığından, insanların birbirleri ile ilgilenmemelerinden, kıyafetlerinin rahatlığından bahsediyorum.) burada kendini biraz daha lükse ve güzellik düşkünlüğüne bırakmış gibi gözüküyor açıkçası. Benim gözlemlediğim kadarıyla burada yaşayan insanlar, güzelliklerine ve lükslerine biraz daha fazla düşkünler.
 
Eski Mezbaha Alanı

Kanal Ve Eski Yapılardan Bir Tanesi
   Üst kısımda resmi bulunan yapı o dönemlerin ünlü mimari yapılarından. Üzülerek belirtmek isterim ki ismini hatırlamıyorum. Binanın özelliği ise kanalın üzerine yapılabilmiş olması. Çünkü o dönemlerde altından kanal geçecek şekilde yapılar henüz yapılamıyormuş. Bu bina ise ilk olmuş. Benim görebildiğim kadarıyla kanalın üzerinde başka bu şekilde de bina bulunmuyor.
   Biraz da şehrin içinden resimler göstermek istiyorum.








Anlattığım standlardan alabileceğiniz yemekleriniz elinizde şehri gezmeye devam edebilirsiniz.


 
   Şehrin kulelerinden bir tanesi olan Handwerkerhof Nürnberg'in içerisine girdiğiniz zaman ise sizi çok sevimli bir kaç dükkan karşılıyor. Dükkanların sayısı çok fazla değil, ama içerikleri çok keyifli. Bazıları küçük hediyelik eşyalar satan çıfıt çarşısı gibi dükkanlar. Bir tanesi demir atölyesi gibi, içerideki sevimli amca yaptıklarını satıyor. Bir tane de restoran bulunuyor içeride. Dilek hanımdan aldığımız bilgilere göre geleneksel yemeklerinden bir tanesi olan domuz sosisinin en güzel yapıldığı yerlerdenmiş. Biz Eskişehir Festivalinde yemek yemeyi tercih ettiğimiz için burada yemedik. Ama siz gittiğiniz zaman deneyebilirsiniz.
 






   Buradaki küçük gezintimizi tamamladıktan sonra yürüyerek tren müzesine doğru yola çıktık. Almanya'ya trenin ilk gelişi çok eski dönemlere dayanıyor. İngiltere'den üstelik çok büyük zorluklarla getirilmiş. İlk kuruluş yeri de Nürnberg. Tren ilk geldiğinde çok büyük şaşkınlık yaratmış. O zamana kadar at arabaları dışında vasıta görmemiş olan Almanlar için çok büyük bir yenilikmiş. 
   Gelen bu ilk trenin sadece 3 kompartımanı bulunuyormuş. Birincisi yani en arka sırada bulunan kompartıman üst kademe için lüks kompartıman. İkincisi yani orta sırada bulunan orta kademe için biraz daha düşük seviyede dizayn edilmiş. Üçüncüsü yani en ön sırada bulunan ise alt sınıf kompartımanı. Resimde de görebileceğiniz gibi üstü açık ve oturma yerleri tahtadan olduğu için bu kompartımana tahta kompartıman adı verilirmiş. Tabii Almanya'da tren kullanmayı bilen hiç makinist olmadığı için bu kişi de İngiltere'den gelmiş ve o zamanlarda alınabilecek en üst kademe maaşlarından daha yüksek bir maaşla işe başlamış. 
   
Trenin Almanya'ya ilk getirilişinin resmi. 

Lüks trenler.



Treni Almanya'ya ilk getiren kişi o zamanın en zenginlerinden Adler.

Ortadan ikiye bölünmüş şekilde sergileniyor ki iç çalışmasının nasıl olduğu gözüksün.
   Tren müzesinin alt tarafında sadece haftanın belirli günleri açık olan ve bilen kişilerin genellikle ziyaret ettiği bir de sığınak bulunuyor. Bu sığınak savaş zamanında özellikle nükleer silahlardan kurtulabilmek amacıyla yapılmış ve yanlış hatırlamıyorsam 90'lı yıllara kadar da faal olarak kalmış. Yani Devlet Demir yollarından 15 personel her yıl 15 gün bu sığınakta dünya ile bağlantıları olmadan yaşıyorlarmış ki bir savaş durumunda herhangi bir sıkıntı çıkmaması açısından. Ama 90'lı yıllardan sonra bu uygulama kaldırılmış. Rehberimiz buraya sürekli tur düzenlediği için yetkililerden bir izin alarak bize burayı gezdirdi.







   Tren müzesinden ayrıldıktan sonra tekrar şehir merkezine dönerek, buraya gelen herkesin gezmek isteyeceği bira fabrikasına gittik. Bira fabrikası dediğim zaman aklınıza öyle devasa büyüklükte bir arazi içerisine kurulmuş. Düzinelerce çalışanı olan fabrikasyon bir yer gelmesin. Burası şehrin içerisinde ve tahmin ettiğim kadarıyla en eski bira fabrikası. Birayı kendileri küçücük bir yerde üretiyorlar. Fermantasyonunu yapıyorlar ve yine burada satıyorlar. Ayrıca içeride siz hizmet veren küçük bir dükkan ve bir restoran da bulunuyor. 
   Bira fabrikasının kendi tur rehberi bulunuyor. Bu sebeple başka birisi ile gezemiyorsunuz. Tura sizi alt kattaki şehrin ilk kurulduğu zamanlardaki bira mahzenlerini gezdirerek başlıyorlar. Biraların mahzenlerde yapılmasının sebebi sizin de tahmin edebileceğiniz gibi karanlık ve fermantasyon sebepleri. Bu mahzenlerle neredeyse bütün Nürnberg şehri birbirine bağlanıyor. Eskiden tabii ki bütün evlerin kendi bira mahzenler varmış. Ama sonrasında savaş yıllarında düşmandan kaçabilmek ve uzun zaman bu tünellerde kalınması gerektiği durumlarda oksijen kaynağı sağlayabilmek amacıyla zamanla bütün tünelleri birbirine bağlamışlar. 
  Almanya'da biranın bu kadar temel olmasının ve o zamanlarda neredeyse kahvaltıda bile bira içilmesinin de tabii ki bir sebebi var. O dönemlerde Almanya'daki suların çoğu bakterili ve bu bakterilerin bir tedavisi henüz bilinmediği için insanlar bu sulardan zehirlenip ölüyorlar. O dönemlerde suyun sadece kaynatılarak bu bakterilerden arındırılabileceğini de kimse fark etmiyor. Fakat bira yapılırken bu sular kaynatılıp o şekilde kullanıldığı için bira içen kimse de bir hastalık yaşanmıyor. İste bu sebeple o zamanlarda neredeyse kahvaltı da ble insanlar bira içerlermiş. Küçük çocuklar bile bira içerlermiş çünkü zehirlenip ölmelerinden daha iyi bir alternatifmiş bu. Şimdilerde ise bira sevilerek içilen bir içecek olmuş Almanlar için. Buranın yerel birasının ise kırmızı bira olduğu söyleniyor. 
   Bu arada küçük bir bilgi daha o dönemlerde birayı soğuk tutmak için bu mahzenlerde yerin iki üç kat altına küçük odalar yapılırmış ve gölden kırılarak çıkartılan buzlar getirilirmiş ve biranın bu şekilde soğuk kalması sağlanırmış.






Biranın nasıl yapışdığını büyük bir ciddiyetle dinliyoruz. :)

   Bu arada bu bira fabrikasının içerisinde bir de viski üretiliyor. Bize hem viski tadımı, hem de şarap tadımı olacağı söylenmişti. Ama tabii ki sadece bira tadımı oldu. Viskiyi ise koklayabildik. :) Viskiyi koklayabildik derken de ciddiyim. Eski halinden, yeni haline 4 şişe koklattılar bize.

Viskilerin saklandığı bölüm.


      Tadımları bitirip, aynı bira fabrikasının içerisinde bulunan restoranda yemeğimizi yedikten sonra akşam geç bir saatte çıkıp biraz sokakları turladık. Akşamları da ayrı bir güzel sokakları. Bir de eskişehir festivali yani Aldstadtfest olduğu için daha bir canlıydı sokakları.
Kırmızı bira

Siyah bira

   Ve ikinci gün geldik seyahatimizin asıl amacı olan Octoberfest'e doüru yola çıktık. Sabah saat 08:00 gibi hızlı trene bindik. Hızlı tren dediğim gerçekten hızlı tren bir ara 297 KM'yi gördük yani yolda :)


   Yolculuğumuz yaklaşık 45 dakika sürdü. Sonunda Münih'e vardık. Tren garında indikten sonra yine metroya binip bir kaç durak gitmemiz gerekti. Bu arada para çekmeniz gerekiyorsa eğer ki belirtmeliyim Almanya'da çoğu yerde nakit kullanmak gerekiyor. Tren garındaki ATM'lerden çekebilirsiniz. Sonrasında çekebilecek yer bulmanız zor olabiliyormuş. Octoberfest'te özellikle sadece nakit para ile alışveriş yapabiliyorsunuz. Ayrıca buralarda bir şey yiyip, içerken mutlaka tip bırakmalısınız. Aksi takdirde garsonlardan ters tepkiler alabiliyorsunuz. Çünkü festivaldeki garsonlardan sadece tipler üzerinden para kazanıyorlar ve burada kral onlar :).
Almanlar genellikle geleneksel kıyafetleriyle katılıyorlar.
   Biz festivale giderken çok erken bir saatte gittiğimiz kimsenin olmayacağını düşünüyorduk,ama çok yanılmışız. Festival o saatte bile gayet doluydu. Çadır diye tabir ettikleri devasa mekanları mevcut. Birayı da buralarda içiyorsunuz, aynı zamanda yemeklerinizi de yiyebiliyorsunuz. Bu çadırların çok revaçta olmasının sebebi saat 12:00'de canlı müzik olması. Saat 12:00'ye kadar sadece bira içerek oturabilirken, saat 12:00'den sonra eğer yemek yemeyecekseniz sizi kaldırabiliyorlar. Çünkü yemek yiyecek insanların oturmasını istiyorlar. Yalnız mekanların yani bu çadırların hepsi inanılmaz eğlenceliler. Biralar bir litrelik bardakta geliyor, tanesinin fiyatı ise 10.40 € tabii bunun üzerine 1€ gibi de tip bırakmanız gerekiyor az önce belirttiğim sebeplerden dolayı.
   Belirtmem gerekir ki eğer rezervasyonunuz yoksa bu mekanlara saat 11:00'den sonra girmeniz pek mümkün değil. Yani mesela iki kişiyseniz mutlaka birilerinin masasına sıkışabiliyorsunuz, çünkü masalar hep bitişik. Ama grup şeklinde gittiyseniz aynı masada yer bulamazsınız. Bir de bizim görebildiğimiz kadarıyla çadırların dışındaki yerlerde bira yok. Yani festivalin içerisinde elinizde bira ile gezemezsiniz. Bir yere oturup veya ayaktaki mekanlarda durup biranızı bardakla içmeniz gerekiyor. Bu da sanırım taşkınlıkların önlenmesini sağlamak amacıyla yapılmış. Zaten akşam 23:00 olduğunda mekanlar kapanıyor. Sadece bir çadırın gece 02:00'ye kadar açık olduğunu öğrendik, ama o mekanın rezervasyonları daha festival başlamadan bitiyormuş.
 
Biralar bir litrelik

Mekan henüz boş, ama saat daha 11:00

Yan taraflar loca olarak geçiyor. Hepsi genelde şirket rezervasyonu.


Çadır denilen devasa mekanlar

Orkestra hazırlanıyor


Yemekler özellikle patatesleri inanılmaz lezzetli


   Tüm çadırların ayrı yemek özellikleri mevcut. Yani istediğiniz her yemeği yiyebiliyorsunuz tabii, ama menü sınırlı ve her çadırın kendi özel yemeği var. Bizim oturduğumuz çadır "Öküz Çadırı" olarak geçiyordu mesela. Biraz komik farkındayım ama o şekilde. Genellikle öküz eti yapılan bir yer. İnanamayacaksınız, ama arka tarafta bizim kuzu çevirmelerimiz gibi devasa öküzleri çeviriyorlar. Ben mesela sipesyallerinden söyledim. İki dilim öküz eti, bir dilim dana eti geldi. Yanında ise tatlı-ekşi patates geliyor. Etlerin gayet lezzetli olduğunu söyleyebilirim. Ama yanında gelen o patates beni benden aldı. Çok beğendiğim bir tat olan bu patatesi Almanlar neredeyse her et yemeğinin yanında garnitür olarak veriyorlarmış. Bunun dışında oldukça çeşitli bir domuz eti menüsü de var. Tabii yine yediğiniz yemeğin ödemesinin yanında tip vermeniz gerekiyor. Eğer yanlış hatırlamıyorsam ben bu et için 15€ gibi bir fiyat ödedim. Fiyatları da gayet uygun sizin anlayacağınız. Yemeklerimizi bitirip, biraz da müzik dinledikten sonra festivalin içini gezmek için mekandan ayrıldık.
   Festival alanı çok büyük ve tipik bir festival alanı. Yani içerisinde çarpışan arabalar, korku tüneli, gibi lunapark oyuncaklarının yanında ayakta yemek yiyebileceğiniz ve içkinizi içebileceğiniz mekanlar bulunuyor. Bunun dışında her yerde hediyelik eşya satan ufak standlar, atlarını deli gibi süslemiş gezdiren insanlar. Her çeşit insan görmek mümkün. Oldukça keyifli bir alan.
kurabiye standı bu kurabiyeleri alıp boynunuza asabiliyorsunuz









   Bu arada ufak bir bilgi daha. Kadınların giydiği geleneksel kıyafetler üzerine ir kurdele bulunuyor. Bu kurdele eğer sağ taraftaysa bayan evli, ya da sevgilisi var. Sol taraftaysa bekar, arka tarafındaysa dul demektir. Festivalde tanışma durumları da bu kurdelelere göre oluyor sanırım. Siz de giderseniz aklınızda ufak bir bilgi olsun.
   Festivalde biraz daha gezdikten sonra Münih'teki diğer yerleri de gezebilmek adına ayrılıyoruz. Festivali gezmek için bir gün yetiyor. Hatta biz 15:00 gibi ayrılırken bütün festivali gezmiştik. Baka günlerde giderseniz çadırda oturmaya ve eğlenceden keyif almaya gidebilirsiniz.
   Buradan ayrıldıktan sonra önce BMW müzesini gezmeye gidiyoruz. Müze deyince aklınıza bütün BMW araçlarının sergilendiği o bildiğimiz müzeler gelmesin. Burası bildiğiniz bir galeri. BMW, Mini Cooper ve Bentley marka araçlarının yanı sıra motosikletleri de görebiliyorsunuz. Motosikletlere ve araçlara binme şansınız var, tabii ki sabitler sadece üzerinde resim çektirebilirsiniz.  İçeride ayrıca ufak bir cafeterya bulunuyor. Bir de burada BMW araç alan kişilere ufak bir seramoni ile araçlarının teslim edildiği bir bölüm bulunuyor. Bana kalırsa gezilmesi oldukça gereksiz bir müzeydi. Ama belki siz gittiğinizde görmek istersiniz.

İlk BMW modeli. Kapısı önden açılıyor. 

Bentley
   Müzeden ayrıldıktan sonra yine metro ile 7 durak kadar giderek şehir merkezine vardık. Şehir merkezi oldukça kalabalık ve mimarı yapısından oldukça zengin bir bölge. Şehirde bulunan iki kubbeli bir bina var. Şehirdeki diğer bütün yapıların bu binadan kısa olması gerekiyormuş. Bu sebeple şehirde görebileceğiniz uzun binalar yok. Eski eserleri rahatlıkla görebiliyorsunuz. Şehrin sokakları oldukça keyifli. Sokaklarında gezerken bir de şehrin bir maketine rastlıyorsunuz. Bu maket özellikle körler için yapılmış ve şehrin silüetini gösteriyor.
 


Şehir merkezindeki alışveriş merkezi. Ödüllü mimarlar tarafından yapılmış.


  
   Münih sokaklarında gezerken Münih'in en ünlü barlarından birinin önüne geldik. Çok merak ettiğimiz için içeriye bir bakmak istedik. Sadece kapısından içeri bakıyorduk ki bir masadakiler bir anda yüksek sesle şarkı söylemeye ve yine yüksek sesle konuşmaya başladılar. Ne enteresan diyorduk ki bir anda bir düdük sesi duyduk. Meğerse bu tarz durumlara müdahale ediliyormuş. Hemen hadi kalkın dediler. Masadakiler ne olduğunu anlayamadan kaldırıldılar. Gerçekten enteresan bir durum yaşadık. 
   
İşte taşkınlık yapanların anında çıkartıldığı o bar :)
   Oradan çıktıktan sonra daha önce de sokaklarda gördüğümüz heykel sanatçılarını gördük. Sanırım heykel sanatçısı demem biraz yanlış olur. Kendilerini boyamış heykel gibi duran insanlar gördük demem sanırım daha doğru olacak. Resimlerini paylaşayım da siz de ne düşündüğünüzü söyleyin. Almanya'da bu şekilde para kazanan çok insan var.



   Şehirde biraz daha turladıktan sonra kendimizi yine hızlı trenimize atarak Nürnberg'e dönüşe geçtik. Hızlı trende bir de cafe olduğunu belirtmek isterim. Yani yiyecek içecek alabileceğiniz biry yerde bulunuyor. Sonuçta şehirlerarası bir yolculuk yapıyorsunuz. Bir de belirtmeden geçemeyeceğim trenin bizim kullandığımız yolu oldukça keyifli bir seyir sunuyor. Ağaçlık, yeşillik ve arada sırada gördüğümüz sevimli köy evleri. Tabii ki onların köy evleri bizimkiler gibi değil, biraz daha villa tiplilerdi. Akşam Nürnberg sokaklarında biraz turlamak istedik. Gezerken Octorberfest'ten biraz daha küçük ama oldukça keyifli olan Aldstadtfest'i keşfettik. Biz bu daha küçük festival daha çok beğendik. Aynı şekilde dizayn edildiğini söyleyebilirim. Sadece burada lunapark yok. Çadırlar ve standlar biraz daha küçük. Ama eğlence aynı şekilde devam ediyor. Tabii aynı festivalin gündüz halini de görmek istedik. Yemekleri oldukça lezzetli. Biralar yine aynı şekilde açık ama burada bir litrelik olmak zorunda değil siz istediğiniz gibi seçebiliyorsunuz. Masalar yine aynı şekilde uzun ve on kişi kadar sığabiliyor. Bütün sokağa taşan ve herkesin iç içe olduğu, ama kimsenin birbirini rahatsız etmediği bir yer. 
   





 
   Ertesi sabah turumuza bizim için önemli ve ilgimizi çeken bir müze olan Dokumentationszentrum Reichsparteitagsgelaende müzesine giderek başladık. Müzeye gitmek için bu sefer tramvayla bir kaç durak gitmemiz gerekti. Müze hitler almanyasını ve o dönemde yaşananların belgelerle ve bazı slayt gösterileri ile anlatıldığı bir yer. Burası aslında o dönemde Hitlerin isteği ile yapılmaya başlanan, ama tamamlanamasını göremediği bir bina. Burada kendisi o büyük seslenişlerini yapmak istiyormuş. Bina tamamlanamadığı için savaş sonrasında nasıl kullanılacağı çok tartışılmış. Başka bir amaçla kullanmak istemeyince müzeye çevirmeye karar verilmiş. Bu amaçla bir mimarın çizimlerinde karar kılmışlar. Mimarın yaptığı çalışmada binanın içinden bir ok şekline benzeyen bir cam geçiyor. Mimariye eklenen hiç bir parçada tuğla yok. Tamamen cam ve metalle yapılmış ve sonradan eklenen yerler eski bina ile birleştirilmemiş. Yani aralarında 5 cm civarında bir aralık var duvar ile yerlerin. Bunun sebebi de Hitlerin yaptığı hiçbir şeyi kabul etmediklerini, asla onaylamadıklarını ve onun onayı üzerinden yapılan hiçbir şeyle birleşmeyecekleri yönündeymiş.
   Müzenin içinde Hitlerin bir çok resmi, o dönemde yapılan baskılar, insanları nasıl ezdikleri ve nasıl saf bir Alman toplum yaratmak için uğraştıkları anlatılıyor. Aslında çok çarpıcı bir müze. Ayrıca buraya eğer öğrenci kimliğiniz varsa Türk kimliği bile olsa indirimli girebiliyorsunuz. Zaten çok uçuk bir ücreti yok. Yanlış hatırlamıyorsam öğrenci 2.60€ gibi bir fiyatı vardı. Bunun dışında içeride gezerken kullanmanız için yine size bir sesli rehber veriyorlar. Ama yine içinde Türkçe seçeneği yok. İçeride ayrıca izleyebileceğiniz slayt gösterileri, inceleyebileceğiniz değişik resimler bulunuyor. Ortada kalan boş alan kullanılmıyor. Aık alandan görebildiğiniz kapıların hepsinin depo olarak kiralanan yerler olduğu söylendi. Ayrıca itfaiye tatbikat yeri olarak kullanılan bir bölümü de var. Ana bahçenin tadilata sokulmadığı çünkü tadilatın çok masraflı olduğu ve gereksiz görüldüğü bize verilen bilgiler arasında. Binanın yanından on dakikalık bir yürüme mesafesiyle çok güzel bir gölün kenarından yürüyerek yine çok keyifli ağaçların içinde bir mekana oturabiliyorsunuz. Ayrıca isterseniz ginger denen araçlarla gölün tamamını gezebiliyorsunuz. Göl bayağı geniş bir alan ve etrafı hep koruluk şeklinde. Biz ise biraz dinlenip, bir şeyler içtikten sonra şehir merkezine döndük, çünkü daha gezilecek yerler bitmedi.









   Geldiğimiz tramvay hattı ile şehir merkezine gelmeden bir ya da iki durak önce indik ve merkeze yakın olan bir şatoya doğru yola koyulduk. Biraz rampa olan yolda yaklaşık bir on dakika yürüdükten sonra istediğimiz yere geldik.


   Bu şatonun içinden şehrin panaromik bir görünüşü. 
   Şato için anlatabileceğim çok fazla bir şey yok. Eski zamanlarda kullanılmış. Büyük kapıları olan bir şato :)










   Nürnberg'de gezerken dikkatinizi çekecek detaylarda bir tanesi de pencerelerin kenarında bulunan dikene benceyen demirler. Bunlar bütün tarihi eserlerin pencerelerinde mevcut. Aynı zamanda şehirdeki tarihi eserlerin hepsinin üzerinden ince bir ağ geçilmiş durumda. Şehirde kurulan çoğu binanın kırmızı kum taşı olduğu söyleniyor. Kuşların bu taşların üzerine pislemeleri de taşlara oldukça fazla zarar veriyormuş. Bu sebeple şehirde her yer bu şekilde korumaya alınmış.
   Bu arada enteresan bir bilgi olarak geçmem gerekir ki Nürnberg şehri II. Dünya Savaşı'nda %90 oranında yıkılmış. Evet şehrin neredeyse tamamı yok olmuş. Buna bütün tarihi binalar da dahil tabii ki. Yalnızca tarihi eserler zarar görmemeleri için Hitler tarafından mahzenlere kapatıldıkları için bazılarının zarar görmediği söyleniyor. Bu arada %90'ı yıkılan şehrin sadece mahkeme binası tek bir zarar almadan ayakta kalmış. Bu sebeple bütün mahkemeler bu şehirde yapılmış ve Amerikalılar hep bu şehirde kalmışlar. Edindiğim farklı bir bilgi ise buradaki halkın kendilerini Hitler'den kurtardıklarını düşündükleri için Amerikalılara çok büyük sevgi beslediği. Yani söylenilenlere göre onlara Amerikalıyım deyin, başka bir şey demenize gerek yok. :) Tabii o dönemde yaşanılanlar çok ağır ve zor herkes için.Tam bu dönemde kurtarıcılarının Amerikalılar olduğunu düşünürsek halkın kendilerine müteşekkir olmaları normaldir. 
   Bu arada yıkılan bu tarihi binaların hemen hepsi yıllar içerisinde tekrar birebir aynı olacak şekilde inşa edilmiş. 
   Şatonun sadece iç avlu kısmını gösterdiğimin farkındayım, çünkü iç kısımlara geçmek için ayrıca para ödemeniz gerekiyor. Bu sebeple biz iç kısımlara girmedik. 
   Buradan çıkarak şehir merkezine doğru yürümeye başladık. Zaten on dakika içerisinde varıyorsunuz. Benim daha önceden görüp, bayıldığım ama kapısında saat 16:00'ya kadar açık olduğu yazan bir likör dükkanı vardı. Oraya yetişmek için açıkçası biraz koşar adım ilerledik biz. Dükkan o kadar sevimli dekore edilmiş ki kendinizi içeri girmekten alamıyorsunuz. Mutlaka bir şeyler de almak istiyorsunuz. Dükkanın bir duvarında el yapımı sirkeler ve salata sosları var. Diğer duvarın da ise yine el yapımı likörler bulunuyor. Siz istediğiniz boyuttaki ve şekilde şişenizi seçiyorsunuz. Size istediğiniz sosu, ya da likörü veriyorlar. Bu arada likörü tadabiliyorsunuz da. İçerideki satıcının sevimliliği de dükkanla yarışır. 







   Buradan çıktıktan sonra biraz dinlenmek amaçlı otelimize gidecektik, ama benim en sevdiğim likör olan Feigling's i sadece Almanya'da bulabildiğimiz için onu almak üzere markete gitmeye karar verdik. Yalnız Nürnberg'te Berlin'deki kadar kolay bulunumuyormuş. Önce durakları karıştırdık, yanlış yere gittik. Sonra yolumuzu bi kaybettik kaybolduk falan :) en son bi şekilde doğru durakta inmeyi başardık ve zafer. Sonrasın da yine akşam mekanımız olan Olstadtfest'e gittik ve akşamı orada tamamladık.

Festivaldeki yemek yerlerinden birisi ve devasa mangalı :)


Alıp ayakta yiyebileceğiniz yerler de mevcut. Burası da aynı yer.
   Artık son günümüze geldik. Son günümüz tamamen bize aitti. Gezilecek ekstra bir turumuz yoktu. Biz de vasıta kullanmadan şehrin kalan yerlerini gezmeye karar verdik. Uçağımız akşam 18:30 olduğu için oldukça bol vaktimiz vardı. Gezerken farkettik ki arka taraflara doğru yürümemişiz ve burada da resimlenecek oldukça güzel binalar, yapılar var. Ayrıca şehrin çoğu yerinde duvarlara yapılmış güneş saateri mevcut. Bizim çok hoşumuza gitti.
Binanın tam ortasında güneş saatini görebilirsiniz.

Arar sokaklardan bir görüntü.

Geçiş kemerleri.








Yeşillikleri ve sokakların temizliği çok güzel

Ahşap köprü




   Son günümüzde sadece yürüyerek bütün şehri yeni baştan gezdik ve çok keyif aldık. Gezerken fark ettiğim, aslında daha öncesinde de fark ettiğim şey aynı Berlin'de olduğu gibi burada da biziklet kullanımı oldukça yaygın. Hatta insanlar bisikletlerini tren garının önüne bırakıyorlar. Trenle işlerine gidip, akşam dönünce yine bisikletlerini alıp evlerinin yolunu tutuyorlar.



   Bu arada yazmayı unuttuğumu fark ederek ufak bir ayrıntıyı eklemek isterim. Nürnberg'te yapılma tarihi çok eski zamanlara dayanan bir tatlı var. Adı Lebkuchen. Bu kek tarzı ama biraz daha sert tatlı için hiç un kullanılmadığı, bazı tahılların, ceviz, badem gibi kuruyemişlerin kullanıldığı ve bu kek tarzı tatlının yapımı için özel ustalar olduğu anlatıldı bize. Nürnberg'liler için oldukça değerli ve tarihi değeri olan bir gıda. Tadı da oldukça lezzetli ve gittiğiniz zaman oradan alarak ülkenize getirebileceğiniz değişik hediyelerden olabilir bence.


   Son saatlerimizi de şehri gezerek değerlendirdikten sonra, valizlerimizi otelden alarak Hava Limanı'na doğru yola koyulduk. Yine tadı damağımızda kalan bir tatilin anılarıyla geri döndük.

   Sevgiyle Kalın,
   Merve...

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı