12 Kasım 2012 Pazartesi

BURSA GEZİ NOTLARI

   Sizi temin ederim ki Bursa ne yürüyerek, ne de arabayla bir gün içerisinde gezilemez. Bursa'yı gezmek için en az üç gününüzü ayırmanız ve çok güzel bir rota çıkarmanız gerekir.
   Rota çıkartmak için önerim daha önce Bursa'ya gitmiş veya orada yaşamış arkadaşlarınızla konuşmanız olacaktır. Katologlar kesinlikle yeterli olmuyor ve Bursa gibi karışık, labirent gibi sokakları olan bir şehirde sizi zorlayabiliyor. Ben elimde GPS olmasına rağmen adresi bulabilmek için aynı yerden 3-4 kere geçtiğimi biliyorum.
   Bu sebeple sizinle kendi deneyimlerimi paylaşmak istedim. Belki birazda olsa kolaylık sağlar.

   Biz eşimle İstanbul'dan giderek, haftasonumuzu Bursa'da geçirdik. Kaldığımız Holiday Inn Hotel hem odaları, hem servisleri açısından verdiğimiz paranın hakkını verdi. Ayrıca sauna, buhar odası, hamam gibi aktivitelerden de ücretsiz yararlanıp, kendinizi şımartabiliyorsunuz. Otel Bursa'ya 10 km. kadar uzakta, Uludağ Üniversitesi Görükle Kampüsünde. Fakat konumu itibariyle sessiz ve yeşillikler içerisinde keyifli bir mekan. Eğer aracınız varsa sizi zorlamayacaktır. Yoksa da sanırım Bursa'nın tramvay ulaşımı ile gidebilirsiniz. Araştırmak lazım.
 
   Ertesi gün dinlenmiş olarak gezimize başladık. Biz Ulu Camii daha önceki gezimizde gezdiğimiz için bu sefer diğer rotalara yönelebildik. Ama ilk defa gidecekler için ilk gezilmesi gereken yer Ulu Camii'dir. Ulu Camii aslında Bursa'nın merkezi olarak kabul edip, gezi rotanızı burdan çizebilirsiniz. Ulu Camii gezildikten sonra avlusundan çıkıp, sol tarafa döndüğünüz zaman Koza Han vardır. Koza Han Bursa'nın en meşhur ipekçiler çarşısıdır. Burada istemediğiniz kadar kumaş ve ipek sizi bekler. İsterseniz Kozahanın avlusunda yeşilliklerin içinde bir çay ya da kahve de yudumlayabilirsiniz.

  

Koza Han avlusu
  

Koza Han avlusu





  









   Buradaki molanızdan sonra, ana caddeye çıkıp araçların gidiş istikametine doğru biraz yürüdükten sonra sağ tarafınızda Atatürk heykelinin hemen arkasında Bursa Kent Müze'si kalır. Bursa gezintisine devam etmeden önce mutlaka burası gezilmeli. Bursa tarihi ve Bursa'da yaşayan tarih severlerin verdiği hediyelerle zenginleştirilmiş müze 3 katlı çok keyifli bir gezi alanı olmuş.


Bursa Müzesi - Demlik

 



  
Bali Bey Han

Bursa Bıçakları
 
Bursa Müzesi

    








  

 Bursa Müzesi'ni gezdikten sonraki mekanınız Balibey Han olabilir. Bursa Müzesi solunuzda kalacak şekilde bir 300 metre kadar yürüme mesafeniz var. Han yine 3 katlı ve en üst katında şehir manzarası eşliğinde soluklanıp bir şeyler içebiliyorsunuz. Hanın diğer katlarında ise el sanatları yapımı atölyeleri ve dükkanları mevcut.


 
   Bali Bey Han'ın üst katından çıktıktan sonra han sağ tarafınızda kalacak şekilde biraz yürüdükten sonra Orhan Gazi ve Osman Gazi türbelerine ulaşıyorsunuz. Türbeleri gezdikten sonra bahçe kısmına geçip Bursa'yı panaromik olarak resimleyebilme imkanınız olur.
  Daha sonra Türbenin kapısından çıkıp tam karşıdaki Kale Sokağa geçerseniz eski tip evlerin olduğu bu sokağın güzelliklerini de resimleyebilirsiniz.






Kale Sokak
 

 

Kale Sokak



  





  



   Bu dar ve güzel Bursa sokaklarını gezdikten sonra aracınıza binerek Çekirge istikametine devam etmenizi öneririm. Aslında bizim gezemediğimiz de çok yer kalmış olmasına rağmen size gezdiğimi yerleri anlatmaya devam edeceğim. Çekirge istikametine devam ederken yol üzerinde sol tarafta önce köşede Atatürk Müzesini görüyorsunuz. Gerçekten çok güzel ve gayet sade döşenmiş olmasına rağmen çok ihişamlı bir konak burası.

Atatürk Köşkü


Atatürk Köşkü Çardak

Atatürk Yatak Odası




Atatürk Köşkü - Çalışma Odası

Atatürk Köşkü - Salon



   






  


   Çalışma odasında gözüken köpek Atatürk'ün köpeği Kont'tur. Öldükten sonra dondurularak çalışma odasına konmuştur. Hikayesini sorduğumuzda köşkün bekçisi bize şu şekilde aktardı: Bir gün Atatürk köşkünde yabancı misafirlerini ağırlayacaktır. Vali ile birlikte misafirler bahçeye girdikleri sırada Kont birden yerinden fırlar ve bir misafirin üzerine doğru saldırır. Bekçiler ne yaparlarsa yapsınlar Kont geri çekilmemektedir. Daha sonra olan gürültüye Ata'mız gelir. "Ne oluyor burada?" diye sorar. Bekçiler efendim köpeği bir türlü zaptedemiyoruz, sürekli saldırmakta birazdan bağlayacağız derler. Atatürk "Köpeği bırakın ve bu adamı da araştırın" der. Gelen şahıs araştırıldığı zaman bir Fransız ajanı olduğu ortaya çıkar ve cezalandırılır. Bu olay üzerine de Kont ödüllendirilir. Öldükten sonra da yaşaması için mumyalaştırılarak köşkün çalışma odasına alınır.
   Çalışma odasındaki masanın üzerinde ise bir yazı yazmaktadır. Yazının tercümesi ise: "Her insan ölecektir ve bu dünyadan yok olacaktır. Ama her kim bu dünyaya güzel eserler bırakır ise o eserler o öldükten sonra bile onu takip ederek onu ölümsüz kılacaktır." Masanın ise kim tarafından hediye edildiği tam olarak bilinmiyor.

   Atatürk Köşkü gezisinden sonra yine aynı yolu takip ederseniz 200 metre kadar ileride yine solda Karagöz müzesi bulunmaktadır. Burayı da gönlünüzce gezebilirsiniz. Çünkü Bursa'da bu müzeleri gezmek ücretsiz. İstediğiniz gibi girip gezebiliyorsunuz.



Karagöz Müzesi



Karagöz Müzesi - Deli Ayten

Karagöz Müzesi


   Karagöz Müzesinde gördüğümüz Deli Ayten figürü aslında Bursa'nın sembollerinden birisiymiş. Şu anda yaşadığı yılları tam olarak hatırlayamasamda hikayesini biliyorum. Deli Ayten zamanında bir gence aşık olur. Fakat genç alkolik olduğu için ailesi vermeye yanaşmaz. Ayten de zamanla delirmeye başlar. Onun bu durumunu gören ailesi çaresiz Ayteni çocuğa vermeye razı olur. Fakat ne çare ki Ayten düzelemez. Kocası da bu durumda onu terkedip gider. Ayten'de bu durumdan sonra iyice delirir ve sokaklardaki küçük kulübesinde yaşamaya başlar. En büyük özelliği ise sürekli elinde taşıdığı davulu, çümbüşü ve çantalarıdır. Kime sorsanız Bura'da Ayten'in hikayesini bilir. 















7 Ağustos 2012 Salı

Ramazan

   Şimdiki Ramazanlar eskisi gibi değil artık. Eskiden biz bırakın iftarı sahura bi tabur kişi olurduk hatırlıyorum. iki saat önceden kalkılır, görkemli sofralar kurulur, herkes pijamalarıyla masanın başına otururdu. Kimse kalkmayacağım, ben yemeyeceğim demezdi. Ne kadar güzel günlerdi. O zamanlarda oruç tutmak daha kolaydı sanırım. Bir de daha fazla saygı vardı insanlarda.
  İyi hatırlıyorum eskiden oruç tutmayanlar veya bi sebeple tutamayanlar sokaklarda asla bişey yemezlerdi. Ayıptı çünkü. Günah kısmını bilemem o başka bir boyut, ama ayıp kabul edilirdi. Kimse yemezdi, yiyenler de ayıplanırdı zaten. İftar sofraları çok güzel olurdu, her zaman kalabalıktı, her zaman bir curcuna vardı ve çok keyifliydi. Yemek yemeyi değil de o masada oturmayı beklerdik biz.
   Bir de tabii ki eskiden daha kolaydı. Günler kısaydı ve kışa denk gelirdi. Kış olması çok kolaylaştırıyordu işi. Bu sıcaklarda insanları da anlamak lazım. Hem gün çok uzun, hem de susuzluk insanın iflahını kesiyor.
   Her türlü, her şekilde eski Ramazanları özlüyorum işte. O kalabalığı özlüyorum şimdi tek başıma yaptığım iftarlarda. O paylaşmayı özlüyorum, şimdi herşeyin tek kişilik yaşandığı zamanlarda. O bağlılığı özlüyorum şimdi yakınlarınla bile ayda bir görüştüğün bu dünyada.
   Ne kadar basitleşti, ne kadar kişiselleşti her şey. Paylaşım kalmadı, o samimiyet kalmadı. Her şey yok oldu gitti. Ben ise bunu en iyi bu Ramazan aylarında anlıyorum. En çok ta o tek başıma kalktığım sahur zor geliyor.
   Neyse ne bazı şeyler iyice yok olmaya başladı. Tabii ki hatrı sayılır bir kısım da bunlar hala devam ediyordur. Ama genel olarak yok oluyor sanırım.

19 Nisan 2012 Perşembe

Taşınmak

   Taşınmak, ev taşımak ne kadar zor şeymiş ya. Ben anlamadım yani o kadar zaman önce evi tuttuk güya fakat evi toparlayamadık. Allahtan bu konuda ihtisas sahibi olan anneciğim yardım etti de kolayladım. Ama o olmasaydı gerçekten çok zorlanacaktım.
   Bir kere ev taşımak için kesinlikle plan, programlı ve disiplinli çalışmak lazım. Neleri toplayacaksın, neleri nakliye firmasına bırakacaksın? Nasıl koliler gerekiyor. Mesela kırılacakları öyle büyük koliye koyamazsın. Eşşek ölüsü gibi olur kimse de taşıyamaz ondan sonra bırakır giderler :)
  Nakliye firması bulmak lazım. Onun içinde tanıdık falan olacak ki iyi fiyat veren bulabilesin. 600 TL'den açıyorlar kapıyı. 1000 TL'ye kadar çıkıyor...
   En büyük dertlerden bir tanesi de elektrik, su, doğalgaz muhabbeti. Hepsine git, önce kapattır, sonra açtır. Hepsi için bir para öde. Onların sana geri ödeyeceği para 2 hafta sonra ama nedense sen nakit ödüyorsun??? En son İskide deliriyordum zaten. O değil de şimdi hepsini kesecekler ben evden iki gün sonra çıkacağım. Mesela bunları da düşünmek lazım gerçekten. Neyi ne zaman yapacağını.
   Diğer evin temizliği de cabası tabii. Sen yapmayacaksan, yaptıracağın adama da iyi para vermen lazım. Çünkü adam ya inşaat temizliği yapıyor ya da boş evin pis temizliğini işte her neyse çok para alıyor işte.
   Bütçeyi ayarlamak en büyük zorluk sanırım. Neyi nereye vereceğini şaşırıyorsun. Deliriyorsun yettiremeyince falan...
   Ama yine de keyifli taşınmak. Yani yeni bir ev, yeni bir yaşam gibi... Her şey enteresan geliyor. Taşınmanın hevesi, heyecanı oluyor. Vs.. vs...
   Yine de bu konuda 8 yılda 11 ev değiştirmiş olan annemin eline su dökebileceğimi zannetmiyorum. Helal olsun sana atom karıncam benim :))

4 Ocak 2012 Çarşamba

Yeni Yıla da Girdik Sonunda..

  Herkesin vardır mutlaka bir yeni yıl geyiği. Kimisi dünyanın planını yapar, kimisi evini deli gibi süsler, kimisi sadece yeni yıl ruhuna girebilmek için bi kaç bişey alır sevdiklerine veya küçük bir yılbaşı ağacını süsler.
  Aslında ben de bu yıl o rengarenk ışıklardan istiyordum. Çok seviyorum o ışıkların verdiği atmosferi. Bazen kendimi insanların camlarında yanıp sönen ışıklara bakarken yakalıyorum mesela. Keyif veriyor bana, düşüncelere götürüyor, enteresandır ama yüzümü güldürüyor. Küçük bir çam ağacı da süsleyebilirdim bu yıl aslında güzel olurdu. Ama işte hepsi bana fazladan masraf geliyor. Evlendikten sonra bu hale geldim sanırım :) Yani çam ağacı iyi güzel, süslemesi çok eğlenceli vs.. Ama sadece bir hafta on gün evde duracak bir görsel için para harcamak bana saçma geliyor işte ne yapayım. Onun yerine kendime üst baş alırım veya evime bişeylerde harcarım diyorum doğal olarak. Bekar olsam bu şekilde düşünmezdim herhalde, çünkü bekarken almıştım küçük bir çam ağacı süslemiştim falan keyifliydi.
  Bu yıl kendi evimizde kutlamadık, arkadaşlarımızın evinde toplandık yılbaşı için. Ben yılbaşında dışarı çıkmaktan da hoşlanmıyorum. Sadece yılbaşı olduğu için mekanların ücretlerini üçe katlayarak söylemesinden de hoşlanmıyorum açıkçası. İnsanın gözünün içine baka baka "kusura bakmayın bugün yılbaşı biz sizi kazıklamak durumundayız" diyorlar sanki. Bu sebeple yılbaşlarını evde geçiririz biz. Toplanırız, yemeklerimizi yaparız, herkes bişeyler hazırlar bir kişiye yüklenmeyiz. İçkilerimizi alırız güzelce içer, eğleniriz. Bence en güzeli bu şekilde olanı. Herkesin kendine göre fikri değişkendir tabii ki.
  Bir de yeni yıla nasıl girersen öyle gider geyiği vardır. Kırmızı donlar alınıp, giyilmelidir mutlaka!! Sonra çok eğlenilmesi gerekir ki bütün yıl o şekilde geçsin vs.. Ne geyiktir bu iş yaa. Peki yeni yıla hastahanede girenler ne olacak? İnsanların psikolojisini bozmayın arkadaşım nası girersen o şekilde gider diye :) Uyudum mesela diyelim bütün yıl uyuklayarak geçecek demek ki falan :) Enteresan olurmuş gerçekten...
  Yeni yıl işte bir anda geliyor saniyeler içinde geçiyor.
  Benimse yeni yılın en çok sevdiğim yani doğum günüme on gün kalması sanırım :) 11 Ocakta doğmanın ve Oğlak burcu olmanın mutluluğunu hep yaşamışımdır. Kendimi hep ayrıcalıklı ve özel hissetmemi sağlamıştır doğum günüm anlamsız bir şekilde :)
  Benimde bu şekilde yeni yıl düşüncelerim. Hepinizin geçmiş yeni yılı kutlu olsun o zaman canlarım...

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı