16 Ekim 2016 Pazar

LVIV GEZİ NOTLARI


Merhabalar,

   Uzun bir aradan sonra yeni gezi notlarımla karşınızdayım...
   Bu sefer gittiğim ülke Ukrayna, şehir ise Lviv. Aslında önceliğimiz vizesiz gidilebilen bir şehir olmasıydı, ama araştırma yaptıkça fark ettim ki aslında ilk önceliğimizin Lviv'in tarih kokan sokakları, ve gezmekle bitmeyen eserleri olmalıymış.
   Her şeyi sırasıyla anlatacağım, ama önce tabii ki seyahat planlamaları ve detayları ile başlayacağım. İlk belirtmem gereken uçak bileti ve otel rezervasyonu. Uçak biletlerini www.skyscanner.com adresinin beni yönlendirdiği siteden aldım. Sky Scanner sizin için uçak biletlerini araştıran ve uygun bileti karşınıza çıkartan bir site. Yalnız burada özellikle dikkat etmeniz gereken konu aldığınız uçak biletinin bagaj hakkının bulunması. Bazı biletlerde bu hak olmadığı için daha ucuz olabiliyor. Ben Ukraine Airlines üzerinden biletimi aldım. Çünkü THY bileti gidiş - dönüş bir kişi 560 TL civarıyken (daha pahalı bile olabilir tam hatırlamıyorum) Ukraine Airlines 250 TL idi. Tabii ki THY kadar konforlu değildi, ama 2 saatlik bir uçuş için çok ta konfor aramadık açıkçası. Gerçi dönüşte nedenini bilmediğimiz bir şekilde 4 saat rötar yediğimizi de söylemeden geçemeyeceğim.
   Ukrayna'ya giderken yanınıza almanız gereken para birimi UAH yani Grivna. Nereden bulacağınızı düşünmenize gerek yok. Atatürk Hava Limanındaki her döviz bürosunda bulabilirsiniz. Biz ancak dış hatlar gidiş terminalinin içerisine girdikten sonra sorduğumuz 4. döviz bürosunda bulabildik. Bayram sebebiyle herkesin Ukrayna'ya gideceği tutmuş sanırım. Bulamazsanız da panik yapmayın, Lviv Havaalanında iner inmez karşınıza yine bir döviz bürosu çıkıyor. Yalnız TL ile gittiyseniz, paranızı önce USD'ye çeviriyorlar, sonra Grivna'ya. Bu sebeple yanınızda Grivna yoksa, Dolar götürmenizi öneririm.
   Otele gidişimiz için biz otelle konuşup bir shuttle ayarladık. Taksi ile de gidebilirdik, ama hem taksi aramak istemedik, hem de gideceğimiz otelin yerini tarif etmek zor geldi :) Shuttle için 150 Grivna ödedik. Havaalanına giderken bindiğimiz taksi için ise 70 Grivna yeterli oldu. Yani gidişimiz yaklaşık 16-17 TL, dönüşümüz 8-9 TL gibi bir paraya mal oldu.
   Otel rezervasyonunu ise www.booking.com üzerinden yaptırdık. Modern Art Hotel'de kaldık. 5 Gece iki kişi oda+kahvaltı fiyatı 570 TL idi. Çok komik bir rakam gibi gelebilir ama Ukrayna'da her şey bu kadar ucuz. Çünkü şu anda 1 TL = 8,5 Grivna. Otelden biraz bahsetmem gerekirse oldukça konforlu odalar, yüksek tavan (eski yapı olmasından kaynaklı), güler yüzlü ve İngilizce bilen personel, güzel oda temizliği, şehir merkezine (Rynok Meydanı) 5 dk. yürüme mesafesi. Otel anladığım kadarıyla yeni restore edilmiş, her şey oldukça iyi ve yeni durumdaydı. Kahvaltısı bizim açık büfe kahvaltılara benzemese de yeterli. Sadece beyaz peynir ve zeytin yok. :)
 
Modern Art Hotel 

Modern Art Hotel

Modern Art Hotel

Modern Art Hotel

Modern Art Hotel

Modern Art Hotel
Modern Art Hotel Rest. Girişi
 Gitmeden önce tabii ki bir çok internet sitesinden araştırma yaptım. Çoğu internet sitesi ve blog maalesef ki kızlarından ve başka saçma sapan şeylerden bahsediyor, ama düzgünce şehri gezip, anlatan insanlar da yok değil.
   Öncelikle şunu belirtmek isterim ki şehrin %85'inin kadın olması tamamen turist çekmek amaçlı yapılmış bir uydurma haber. Evet kadın nüfusunda bir yoğunluk var ama o kadar da değil. Biz gece kulübü tarzı yerlere gitmedik. Bu sebeple orada yaşananlar konusunda bir şey diyemeyeceğim.
   www.lvivhaber.com ve www.lviv.ua sitelerine de bakabilirsiniz. İşinize yarayacak bilgiler bulunuyor. bu arada şehir haritasını da her yerde bulunan minik büfe şeklinde tourist information desklerden temin edebiliyorsunuz ve bu haritalar kesinlikle hayat kurtarıyor. ücretsiz olduklarını da belirteyim. Aklınızda bulunsun.






   Şimdi başlayalım yavaş yavaş gezdiğimiz yerleri anlatmaya. Gidişimiz sabahın köründe olduğu için otele vardıktan sonra bir kaç saat uyuduk. Daha sonra ise biraz şehri tanımak için kendimizi sokaklara attık. Biz Temmuz ayında gittik ve gittiğimiz ilk gün oldukça sıcaktı. Yalnız bu sıcağa güvenmeyin, ertesi gün hava bir soğudu ve yağmur başladı ne olduğumuzu anlamadık. Sonra yine ısındı mesela, ama yaz ayı yani şort t-shirt ile gezebiliyorsunuz. Mesela ben ilk gün giydiğim uzun pantolon ile piştim, sonraki günlerde hep daha yazlık şeyler tercih ettik.
   İlk dikkatimizi çeken şeylerden birisi şehrin her yerinde olan heykeller ve bu heykellere duyulan saygı. Çoğunun önünde genelde çiçekler oluyor. İnsanlar önlerinden geçerken saygılarını bir şekilde belli ediyorlar. Tarihlerine düşkün bir millet Ukrayna'lılar. Sonra tabii ki şehirde bulunan bisiklet yolları, tramvaylar, otobüsler... Toplu taşıma araçları gerçekten oldukça eski. Ama iş görüyor mu derseniz bence görüyor. İnsanlarda da zaten sıkıntılı bir durum gözükmüyor. Toplu taşımaya evcil hayvanlarıyla bile binebiliyorlar. Sonrasında ise kiliselerin çokluğu ve çeşitliliği. Her dine ait kilise görebiliyorsunuz.








   Rynok Meydanı'nı bulmak o kadar da zor olmuyor. Zaten neredeyse her yol bizi oraya çıkartıyor. İlk günkü kararımız sadece şehri biraz dolaşarak tanımak. Daha önce okuduğum bütün mekanlar meydanda bulunuyor zaten. Meseala Belediye binası solunuzda kalacak şekilde yukarı yürüyüp, sola dönerseniz hemen köşede kahve fabrikası var. Sokağın ilerisinde ise çikolata fabrikasını görebiliyorsunuz. Bütün yemek mekanları da burada sayılır.
   Kahve fabrikasında istediğiniz kahveyi çektirebiliyorsunuz. Ayrıca hazır çekilmiş kahvelerden kendinize ya da sevdiklerinize alabilirsiniz. Aynı zamanda kahve için kullanılan bir sürü materyalde hediyelik olarak satıyorlar. Eğer isterseniz orada oturup, bişeyler de içebilirsiniz. Çok değişik içkileri var. İçki diyorum çünkü içki katılmış değişik kahveleri de var. Mesela sevgilim romlu kahve içerken, ben alkolsüz, vanilyalı bir soğuk kahve istedim. İkisi de gerçekten iyiydi. Aynı zamanda servisin ve garsonlarının da güler yüzlü ve gayet kibar olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Kendisine özellikle ne önerdiğini sorduğumuzda bize bunları öneren o olmuştu.

   Kahvenizi içmeden önce kahve fabrikasının mahzenini gezmenizi önermeliyim. Biz denk gelmedik, ama özel şovları da oluyormuş. Kahveyi değişik tekniklerle yapıyorlarmış vs.. Ama indiğiniz zaman ufak bir müze geziyorsunuz, kahvenin değişik şekillerinin gösterildiği biz mahzen. Aynı zamanda içeri girerken size kask veriyorlar. Biraz görüntü olsun diye yapılmış bişey, ama takmak zorundasınız.


mahzen


mahzen

   Buradan çıktıktan sonra yine aynı yol üzerinde olduğu için hemen çikolata fabrikasına giriyoruz. İçerisi miss gibi kokuyor. Burası 5 katlı eski bir bina. Her katı faal, bazı katlarda üretim de var ve birebir izleyebiliyorsunuz. En alt katının bahçe kısmında ve en üst katının teras kısmında ise oturup çikolatanızı yerken, kahvenizi de içebileceğiniz güzel kafeteryalar yapılmış. Gezerken kendinizden geçiyorsunuz tabii, özellikle benim gibi çikolata delisi biriyseniz, üstelik te fiyatlar tahmin ettiğiniz gibi gerçekten çok uygun.







   Şehirde gezmekten biraz acıktığımızı hissettiğimiz zaman ise, hemen sokağın ilerisinde bulunan Yaponahata Sushi'ye girdik. Hepinizin bildiği üzere sushi sadece Türkiye'de bu kadar pahalı. Yurt dışına çıktığınız anda gayet normal bir fiyata iniyor :) Biz de bundan yararlanarak sushi yedik. Yemeğimizi yerken sokaktan evlenen bir çift geçti. Burada geleneksel kıyafetlere çok öenm veriliyor. Sokaklarda gezen insanlarda görebileceğiniz gibi, evlenen çiftler de bu kıyafetleri giymeyi tercih ediyorlar. 



   Sonrasında ise biraz dinlenmek için otelimizin sokağında ve bir Türk işletmecisi olduğunu öğrendiğimiz Glory Cafe'ye gittik. Cafe dediğime bakmayın burada yemek, içki, nargile, kısaca istediğiniz her şeyi bulabiliyorsunuz. 
   Otelimize dönüp, biraz dinlendikten sonra ismini daha önce duyduğumuz ve yemeklerini de merak ettiğimiz Kumpel Restausrant'a akşam yemeği için gittik. Gittiğimize de hiç pişman olmadık. Siz de eğer gitmeyi düşünürseniz bende kesinlikle bu mekana da uğramalısınız. Mekanda canlı müzik var. Yemekler cidden lezzetli ve fiyatlarda her zamanki gibi oldukça uygun.
   Bu arada söylemeden geçemeyeceğim Lviv'de restaurantlarda garsonu çağırmak için masalarda bir düğme bulunuyor. Bu düğmeye basarak çağırabiliyorsunuz ve bence bu gerçekten çok başarılı bir fikir. El kol sallamak zorunda kalmadan, kimseye bağırmadan garsona ulaşabilmek :)





   Geldik ikinci günümüze. Bu günü de Lviv'i biraz daha keşfetmek ve biraz daha sokaklarında kaybolmaya adadık. Ama önce sırf merakımızdan Lviv'in tek alışveriş merkezine gitmeye karar verdik. İyi ki de öyle yapmışız, çünkü kapısına 50 metre kala bir yağmur başladı ki kendini içeriye atamayanlar tamamen ıslandı. 
   Lviv Forum'a gitmeden önce ise Lviv'in en güzel mekanlarından biri olan opera binasına gittik. Ama tabii binayı sadece dışarıdan görebildik, çünkü burası faal olarak kullanılan bir yer. Yine de büyüleyici olduğunu söyleyebilirim. 




   Alışveriş merkezi ile ilgili foto yok. Bildiğiniz alışveriş merkezlerinden hiç bir farkı yok. Fiyat olarak ise tekstil Türkiye'deki ile aynı. Bu yüzden buraya girmenin hiç bir değeri yok bence. Buradan çıktıktan sonra şehir merkezine döndük ve biraz acıktığımızı hissettik. Yine Lviv'de denenmesin gereken restaurantlardan olan Mytna Square'de bulunan surların içindeki The First Lviv Grill Restaurant Of Meat And Justice gittik. Burası ortaçağ işkencelerinin canlandırıldığı bir yer. Oturduğunuz sandalyelerden, sağınızda solunuzda bulunan dekorasyona kadar hem de. normalde haftasonları yer bulmanız imkansız sıra bekliyorsunuz. Ama biz haftaiçi biraz da alakasız bir saatte gittiğimiz için yer bulabildik. Bu mekan duvarların arasına sanki saklanmış gibi. Bir kilisenin yan tarafından bir girişi var. Girdiğiniz zaman bir bahçe kısmı, bir de içeride oturma kısmı bulunuyor. Ama bence kesinlikle gidilmesi gerekli bir yer. Yemekleri de dekorasyon kadar başarılı. Et yemek isteyeceklerin tercihi olmalı. 
Kilisenin Bahçesi Burada hala yaşayan var.

Restauranta giden kilise bahçesi

Müzik her yerde ve çok güzel çalıyor.

kilise bahçesi


Tereyağlı patates

Sosis

Et genellikle tercih edilen yemek

Hesap bu şekilde balta ile geliyor isterseniz ödemeyin diyorlar :)
   Sıra geldi sürekli anlattığım ve bizim en sevdiğimiz kısımların resimlerine. Şehrin güzel ara sokakları. Sokaklar çok güzel çünkü hepsi eski, burada geri dönüşüm projeleri yok, hiçte olmamış. Buyurunuz efendim. :)



















    Müsaadenizle bu kadar dolandıktan sonra biraz dinlenmeyi hak ettiğimize inanarak otelimize yollanıyoruz. Tabii akşam bir şeyler içmek için dışarı çıktık, ama biz bir yeri belirlersek hep oraya gideriz. Bu sebeple mekanımız yine Glory Cafe oldu.
   Üçüncü günümüzün sabahı nereye gideceğimiz belliydi. Folk Architecture Museum. Burası bir açık hava müzesi. Saat 10:00 ile 18:00 arasında açık. Giriş kişi başı 20 UAH.
   Kaldığımız otele sorarak önce buraya nasıl gidebileceğimizi öğreniyoruz. Önce Tramvayın ana durağını bulmanız gerekiyor. Ara durak dediysem de biz gayet sokak üstünden bindik :) Durağı bulduktan sonra 7 numaralı tramvaya binmeniz lazım Tramvay biletini şoförden alıyorsunuz ve ücreti kişi başı 2 UAH olduğu için yanınızda bozuk bulundurmanızda fayda var. Ayrıca fark ettiyseniz Lviv'e geldiğimizden beri ilk defa araç kullanıyoruz. Her yer o kadar yakın ve şehir o kadar küçük ki daha önce hiç ihtiyaç duymadık. Neyse lafı çok karıştırmayayım. Biletinizi aldıktan sonra tramvayın içerisinde bulunan delme aleti ile delmeniz lazım. Sizinle binen birisi olursa ona bakıp, nasıl yapacağınızı görebilirsiniz. Biz bindiğimiz duraktan 3 durak sonra indik ve karşıya geçerek müze tabelasının bulunduğu sokaktan dümdüz yukarı çıktık. Sokak bitince sağa, sonra yine sağa dönünce müze karşınıza çıkıyor. Zaten görmemeniz imkansız :) Müzede Pazartesi ve Salı günleri evlerin içini açmıyorlar, sadece dışarıdan gezebiliyorsunuz, ki biz Salı gününe denk geldiğimiz için gezemedik. Gerçi gezememiş olmamıza rağmen müzeyi bitirmek tam 4,5 saatimizi aldı. Bir de içlerine girebilseydik ne olurdu bilmiyorum. Yine de karar sizin tabii ki en azından bir kaç tanesinin içini görmek keyifli olabilirdi. Müzede Ukrayna'nın köylülerinin ve yerel halklarının eskiden nasıl yaşadığına dair evler düzenlenmiş. Gerçi bazıları halen bu şekilde evlerde yaşıyormuş. 
   Müzeye girerken size ufak bir harita veriyorlar. Bu haritada evlerin hepsinde bir numara var. Aynı numara evlerin önünde de bulunuyor. Eğer gezdiğiniz evleri harita üzerinde işaretleyerek gezerseniz sizin için büyük kolaylık olacaktı. Çünkü biz bir yerden sonra kaybolduk :) Yönümüzü bulamadık, geçtiğimiz yerleri hatırlayamadık falan. Çünkü bütün evler cidden birbirine çok benziyorlar. 
   
Müze girişinde verilen harita. 

   
   Müzeye girdiğinizde gördüğünüz ilk binalar ve minik göl bence en güzel yerler. Bir yerden sonra bütün evler birbirine benzemeye başlıyor zaten. Bir de arka taraflarda bulunan kara kilise var. Orası da görülmeye değer gerçekten. Yan bence gününüzü ayarlayarak, güzelce müzenin her yerini keyfini çıkartarak gezin. 
   İiçerde ayrıca isterseniz bir şeyler atıştırabileceğiniz ufak bir yer bile yapılmış. Biz erken çıktığımız için kahvaltı etmemiştik mesela. Burada domates, salatalık, ekmek ve çeşitli sosisler gördüm. ama sanırım hepsi domuzdu. Siz yine de anlaşabilirseniz bir sorarsınız çünkü İngilizce bilmiyorlar. Biz tamamen tarzanca şekilde işimizi hallettik. Ayrıca çayları da var. 











 





 

   Çıkışta tramvaydan indiğiniz yere geldiğinizde 2 numarayı da kullanabilirsiniz. Yalnız tramvaydan indiğiniz yerden değil, biraz aşağısından biniyorsunuz. Kafanızı kaldırın, geçen kabloların üzerinde bir yerlerde tramvay resmi görürseniz orası durak demektir. Zaten binen insanları takip ettiğiniz zaman fark ediyorsunuz. 2 numara Rynok Meydanı'nın içinden geçiyor. Biz de orada indik ve pizzalarının çok meşhur olduğunu duyduğumuz tam meydanda yer alan Pizza Celentano'ya gittik. Şehir merkezinde sokak çalgıcılarının güzel müziği eşliğinde yemeğinizi yiyebiliyorsunuz. Küçük boy pizza bir kişi için yeterliyekn, büyük boy pizzaları kesinlikle iki kişiye yetiyor. Ayrıca alkolsüz biraları oldukça iyi. Bu sadece burası için değil, her yerde bu şekilde.

   Yemeğimizi yedikten sonra yine meydanda yer alan Belediye binasının içine girdik. Buradan kuleye çıkarak, şehri kuş bakışı izleyebiliyorsunuz. Keyifli bir manzarası var, ama sizi merdivenlere karşı uyarmalıyım. Heleki de ilk kattan itibaren çıkmaya başladıysanız. Burada şu şekilde ufak bir tüyom olsun. Binaya ilk girdiğinizde 4. kata kadar asansörle çıkabiliyorsunuz. buradan sonra bilet alarak kuleye çıkıyorsunuz, ama en azından 4 kat merdivenden kurtulursunuz.
4. Kata çıktığınızda tabelalar sizi yönlendiriyor. Kişi başı 15 UAH giriş ücretini ödedikten sonra uzunca bir merdiven çıkarak kulenin tepesine ulaşıyorsunuz. Her saat başı ve çeyreklerde kule çanının tam kulağınızın dibinde çaldığını da söylemeden geçemeyeceğim.







Burdan çıktıktan sonra yürürken itfaiye binasını da gördük. 

İtafiye Binası

   Hikayesi oldukça ilginç. Lviv'e kahveyi getiren adam. Üstelik kahveyi bir şekilde yapılış şekli ile birlikte o zamanların Osmanlısından alıp getiriyor. Lviv'de Türk kahvesini bilmeyen ve yapmayan kahveci yok. Hikayesini internetten arattığınız zaman hemen çıkıyor zaten.

Yuriy Franç Kulchichkiy

Ayin zamanına denk geldiğimiz bir kilise 



   Geldik gezimizin dördüncü gününe. Bugün sabahtan çıktık. Niyetimiz High Castle'a gitmek. Ama bir türlü yolumuzu bulamıyoruz. Harita elimizde aval aval etrafa bakınırken bir hanfendi yanımıza yaklaştı çok fazla İngilizce bilmemesine rağmen beni takip edin dedi ve bizi girişine kadar götürdü. Lviv insanı genelde bu şekilde cana yakın. Siz sormasanız bile onlar size yardım etmeyi teklif ediyorlar. Sorduğunuz kişi de sizi asla geri çevirmiyor. Bir şekilde yardım etmeye çalışıyor. 
   Neyse dönelim gezimize. Yine konudan sapıyorum. Ama arada bu anılarımı da anlatmak gerekliliğini hissediyorum :). Eğer gezinizde Belediye binasındaki kuleye çıktıysanız ve yüksek olduğunu düşünüyorsanız  High Castle'a çıkmadan karar vermeyin derim. Burada da oldukça uzun bir merdiven çıkıyorsunuz. Ama bu sefer açık havada ağaçların içinden çıktığınız bir merdiven. Bu merdivenden önce de tırmanmanız gereken bir yokuş var. Merdivenden sonrasında ise sarmal bir şekilde tırmandığımız bir yokuş bulunuyor. Tamam mı? Yeterince korkuttum mu gözünüzü? :) Tamam hadi ha gayret vardık işte. Şehri kesinlikle en güzel ve en net şekilde görebileceğiniz manzara karşınızda. Ayrıca tepede oturabileceğiniz ve manzaranın keyfini çıkartabileceğiniz bir seyir terası bulunuyor. Banklar da var. 
   Buradan baktığınızda eski şehri, şehir merkezini ve sonradan yapılmış binaları görebiliyorsunuz. Sonrası ise alabildiğine yeşillik ve orman. Eğer Lviv'e geldiyseniz buraya çıkmadan kesinlikle geri dönmeyin. Burası zaten ormanın içerisinde yer alıyor ve verici kulesinin yanından buraya çıkıyorsunuz. Kuleyi uzaktan görüp de sadece burası için mi çıkacağım oraya demeyin. Yukarısı düşüncelerden tamamen farklı. Ayrıca haritada şehir merkezinden oldukça uzakta gözükmesine rağmen yürüyerek 15-20 dakika içerisinde ulaşabiliyorsunuz. 
















   Tepeden indikten sonra şehir merkezinden 6 numaralı tramvaya binerek,St. George Cthedral'e gitmek istedik, ama hızımızı alamayıp, biraz da yön bilmemekten kaynaklı son durak olan tren istasyonu ana garının orada indik. Yani 6 numara ile rahat bir şekilde gara gelebiliyorsunuz. buradan Kiev ya da başka bir yerlere geçecek arkadaşlar için ek bilgi olsun.
   İndiğimizde biraz da yorgunluk sebebiyle bir yerlerde oturup, soluklanmak istedik. Garın içerisinde bir kaç küçük cafe bir de içeriye biletle girilebilen özel bir cafe var. Bize ço hitap etmediği için dışarıda yemeye karar verdik. Büfelerin bulunduğu ve önünde oturulabilecek yerlerin olduğubir yerde karar kıldık. Burada anladığım kadarıyla garın bulunduğu bölge çingenelerin yaşadığı bölge. Sandviçlerimizi bitirene kadar en az 6-7 çingene gelip, para istedi. 
   Buradan kalkıp, Church Of Sts Olha And Elizabeth kilisesine yürüdük. Sokak isimlerinin kiril alfabesinin yanı sıra İngilizce olarak ta yazılması işimizi epeyce kolaylaştırdı. harita üzerinde ayrıca hangi tramvayın nereden geçtiği de işaretlenmiş. Otobüsler ve elektrikli otobüsler için de aynı şey geçerli tabii. Bu da yolunuzu bulmanızı oldukça kolaylaştırıyor. 
   Gelelim kiliseye. Özellikle kiliseden bahsetmek istiyorum, çünkü gördüklerim arasında en sade, en gösterişten uzak, ağırlıklı olarak beyazın kullanıldığı kiliseydi ve ben hayran kaldım. Sışarıdan görünüşü de en az içi kadar güzel.










 Buradan çıktıktan sonra öncee Organ Hall Meydanı'na, oradan da St. George Cathedrali'ne yürüyerek geçtik. Açıkçası St. George Cathedral'i bende beklediğim etkiyi yaratmadı. Zaten bir çok yeri kapalı, sadece dışarıdan gezebiliyorsunuz. Bu da bu kadar çok kilise katedral gezmişken, beni cezbeden bişey olmadı. 
Organ Hall

Organ Hall

St. George Cathedral

St. George Cathedral

St. George Cathedral

St. George Cathedral

St. George Cathedral
   Şehir merkezine dönmeden önce yine sokakları arşınlıyorduk. Bir ara farkettik ki bu güzelim binalardan bir tanesinin dış kapısı açık. Hemen içeri kafamızı uzattık iki meraklı :) Gördük ki bu binaların hepsinin ortasında avlusu var. Çok güzel, yemyeşil, içerisinde ufak bir de çocuk parkı olan avlular. Gerçekten çok eski ve hiç bakım görmemiş bu binalar, ama eskiyi öyle güzel yansıtıyorlar ki, insanın ister istemez hoşuna gidiyor. Yine de balkonlarının altından çok yürümeyin, her an kafanıza inebilecek gibi bir halleri var :)
   Sonrasında ise yine vefakar 2 numaralı tramvayımızla şehir merkezine iniyoruz. Önce otele geçip biraz dinlendik, sonra çok geçe kalmadan yemek yemek için çıktık. Burada yeri gelmişken belirtmem gereken önemli bir detay var. Lviv'de restaurantlar saat 22:00 dükkan olarak olmada bile mutfaklarını kapatıyorlar. Kolay kolay bir yerlerde yemek bulamıyorsunuz. Bu sebeple 22:00 olmadan önce yemeğinizi yemiş, ya da siparişini vermiş olmanızda fayda var. Biz son akşam yemeğimizi Churrasco Grill&Beer'da yedik. Size bunu söylemiş olmama rağmen biz geç kaldığımız için istediğimiz karışık et siparişini veremedik. Sürekli değişik şekillerde pişmiş küçük parçalar halinde et getirilen bir sunum. Yanında farklı soslar ile birlikte. Bunun yerinde ben hindi, eşim ise normal bir biftek söyledi. ben ise gelen hindinden çok yanındaki kereviz püresinin hastası oldum. O kadar lezzetliydi ki eti bitiremedim, ama onu afiyetle yedim. Utanmasam biraz daha isteyecektim. Eğer siz de giderseniz mutlaka yanına bu kereviz püresinden isteyin derim. 
   Akşam şehir merkezinde turlarken gözümüze bir mekan takıldı. Belediye binasının hemen karşısında küçük bir dükkan. Sabahları açık değil. Akşamları açıyor, kapısının önünde 2 ya da 3 tane ayakta durup, içkinizi içebileceğiniz masası var. Önünde ise uzayıp giden bir kuyruk. Dükkanın adı Drunken Cherry. Tahmin ettiğiniz gibi vişne likörü, ama ben hayatımda bu kadar güzel bir likör daha içtiğimi hatırlamıyorum. Ben dolaşırken içeceğim derseniz karton bardakta, yok ben keyfini çıkartacağım derseniz kristal kadehte veriyorlar. İsterseniz şişe olarak ta satın alıyorsunuz tabii. Ama kesinlikle ve kesinlikle denemeden geçmeyin derim. 

Drunken Cherry

Drunken Cherry

Drunken Cherry

Drunken Cherry

Drunken Cherry

Drunken Cherry

Resim yazısı ekle

Drunken Cherry

   Bu gezimizi de sonlandırırken cebimizde güzel anılarımızla ülkemize geri döndük. Çok keyif aldık, ama açıkçası 5 gün Lviv'i gezmek için biraz fazla, ama bu tatile 2 gün daha ekleyip, Kiev ya da Odessa'ya da geçerseniz daha anlamlı olabilir. Biz dönüş uçak biletimizi de Lviv'den aldığımız için onu yapamadık, ama size bir tren yolculuğu da öneririm. Okuduğum yazılarda yataklı vagonların çok keyifli olduğu yazılıydı.


Sevgiyle Kalın,
Merve...


Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı